29 Eylül 2011 Perşembe

Evinden uzak olduğun her gün...

...monotonluktan uzaktır aslında.. Aynı insanlarla otursan, aynı yemeği yesen, aynı şeyleri yapsan bile gece başını koyduğun yastık senin değilse monotonluk yoktur o hayatta...
Günlerdir annemin rahatsızlığı sebebiyle halamda kalıyoruz..Neden evimizde kalmıyoruz sorusunun tek cevabı benim ufacık tansiyon zıplamasına gösterdiğim evhama karşın halamın soğukkanlılığı sanırım.. Güvende hissediyorum burda annemi...Alışveriş amaçlı ama altında biraz oksijen alma eğiliminin de olduğu dün ilk durağım dergi rafları oldu...Rüzgarlı bir gün yapılabilecek en iyi şey evde koltuğa gömülüp sezon dergilerine bakmaktır kanımca.. Zira sonbahar bu demektir ve ben sonbaharı tek bu yüzden severim.. Yorgundum.. Fiziksel durağanlık psikolojiye yansıyınca ister istemez yorgun olur insan...Dergi raflarında gezerken en hacimli dergiyi seçtim bu kez.. İçeriğine bakmadan...Sek-sek yaşımın aklıyla en kalın dergiyi seçtim.. Okunması en uzun sürecek olan oydu ve bu beni oyalardı.. Sık sık gittiğin bir yerin olduğunda mutlaka yarı-gardrop oluşumun vardır.. Evde giymelik dizi çıkmış bir kaç eşofman altı..Vücut kıvrımlarını gizleyip feminenliğin yanından geçmeyen xl t-shirtler ve ev terlikleri...Halamda da bu oluşum hazırdı... Alışveriş merkezlerinden gelince mutlaka bir kırklanma huyuna sahibim...Psikologlar çocukluğuma inse tek sebebi avm lerde ki yürüyen merdivenlerin kenarlarından asla tutturulmayan , elleri saf alkolle silinen bir çocukluk geçirdiğimi kesin anlarlardı.. Yaşıtlarım gibi kirlenmek güzeldir duygusundan hep mahrumdum...Pasif bir çocukluluğum oldu zaten tek aksiyonum düz yolda düşüp dizlerini parçaladığım çoraplarımdı...Sonbahar demiştim...Sonbarın bir diğer yanı kitap okuma mevsimidir..Yazın hararetinin temposunun sindiği günlerde açık olan banyo camından gelen uğuldamayla çok güzel kitap okuma vakitlerim olur sonbaharlarda..Günde 8 saate kadar çıkan vakitler...Elif Şafak sözlüğümde kelime cambazı bir kadındır...Kimine göre sonradan görme sufii, kimine göre popüler, kimine göre bayağı,kimine göre güzel...Kim ne düşünürse düşünsün son zamanların dişi Orhan Pamuk profili benzetmesi bana en uygunu geldi..Kelime cambazı olmak hoştur... Köşe yazıları, üç-beş cümlelik notları, denemeleri sevilebilir..Ama bana çoğu zaman ağır,bayağı gelir romanları..İlerlemez bazen... En çok konuşulan Aşk romanın da bile sıkıldığım sayfalar azımsanmayacak kadar çoktu..Edebiyat sever olmamın hatta popüler kültürde bir acemi Türkolog olmamın tesirinden midir bilinmez sevmesemde bir kitabı bitirmeden bırakmam ve diğer romanlarına illa ki tanıdığım şanslar vardır.. İskender de bu yönümün kazancı olan bir roman oldu..225. sayfa şuan yanımda açık dururken bir anda kendimi burda buldum...İçimdeki birikmişlik bazen ağlayarak bazen gülerek bazen kızarak bazen yiyerek vuku bulsada en rahatlatıcı hep yazmaktı benim için...İskender başlerken ilk sayfasına konulan soy ağacına anlam verememiş Türk edebiyatında illa ki bi ayrıcalığın olacak di mi sayın Şafak diye monologlar kurmuş olsam da ilerleyen sayfalarda karakterler çoğaldıkça derslerde okudum kitaplarda Farça sözcükleri anlamak için kitabın son sayfasına başvurmam gibi burda tek parmağım hep ilk sayfada kaldı.. 225 te parmağımı ordan çekmeye karar verdim ve buraya geldim..Bir ailenin hayat dramını konu alan romanın en sevdiğim yanı Marc Levy tadında sürekli geçmişe gitmesi, her sayfada başka karakterleri anlatması böylelikle film tadında ilerlemesi sanırım.. Şafağın daha önce pek denemediği bu yöntemin onun dilini çekilir hale getirdiği söyleyebilirim...Kitap hakkında  net konuşmam için erken ..Okumam gereken 218 sayfam var ama şunu diyebilirim ki şu hayatta her yazar ikinci bir şansı hak eder. Ve sonbahar güzeldir !

Hiç yorum yok: